Bu rakam, nüfusun mevcut miktarını koruma eşiği olan kritik 2.1 değerinin çok altında…
Bu, ülkemizin demografik geleceği için alarm zillerinin çaldığını gösteriyor.
Dünya Doğurganlık Atlasından da görüleceği üzere bu oran, ABD ve bazı Avrupa ülkelerininkinden bile daha düşük düzeydedir.
Doğurganlık oranında, dolayısıyla nüfus artış hızındaki düşüş bu ivme ile devam ederse, yakında sokaklarda genç insanlardan daha fazla sayıda orta yaşlı ve yaşlı nüfusun dolaştığını göreceğiz.
Mevcut nüfus verilerinin ve geleceğe yönelik projeksiyonların* ne söylediğine bakalım:
2023 yılı nüfus verilerine göre;
– Ülkenin toplam nüfusu, 85 milyon 372 kişidir
– 15 yaş altı (genç) nüfus, toplam nüfusun %23,23’ünü oluşturmaktadır
– 15- 64 yaş arası çalışma çağındaki nüfus oranı, toplam nüfusun %66’sını oluşturmaktadır
– 65 yaş ve üstü nüfus, toplam nüfusun %10,2’sini oluşturmaktadır
– Nüfusun ortanca (medyan) yaşı 31,8’dir
2050’ye yönelik nüfus projeksiyonuna göre;
– Ülkenin toplam nüfusu, 88 milyon civarında olacaktır.
– 15 yaş altı genç nüfus oranının %15 civarına düşmesi,
– 15- 64 yaş arası çalışma çağındaki nüfus oranının %55- 60 arasında olması
– 65 yaş ve üstü yaşlı nüfusun oranının %21’e yükselmesi beklenmektedir
– Nüfusun ortanca (medyan) yaşının 41,1’e yükseleceği tahmin edilmektedir
Sonuç olarak 2023 nüfus verilerinden hareketle geleceğe yönelik projeksiyon yapıldığında, 2050 yılında;
– 65 yaş ve üstü yaşlı nüfusun oranı, 15 yaş ve altı genç nüfusun oranının yaklaşık 1.5 katına çıkacaktır
– Nüfusun ortanca değeri yaklaşık 10 yaş daha artacak ve ülkenin nüfusu “orta yaşlı” ve “yaşlı” bir karaktere bürünecektir
Daha da ötesi, tahminlere göre, mevcut düşük artış hızı devam ettiği takdirde 2070’in ortalarına gelindiğinde ülke nüfusu 70 milyonun altına düşecektir
Nüfusun yaşlanması ne demektir?
– Aile yapısının değişmesi,
– Yaşlı insanların kronik hastalıkların ve uzun süreli bakım ihtiyaçlarının artması,
– Aktif işgücünün, yani çalışma çağındaki nüfusun azalması,
– İşgücü arzındaki daralmaya bağlı olarak ekonomik büyümenin yavaşlaması,
– Ekonomide verimliliğin ve işgücü performansının azalması,
– Tüketim harcamalarının azalması ve ekonomik büyümenin yavaşlaması,
– Yaşlı nüfusun sağlık ve bakım hizmeti gibi ihtiyaçlarına bağlı kamu harcamalarının hızlı ve geniş ölçekte artması,
– Çalışma çağındaki nüfusun azalması nedeniyle vergi gelirlerinde düşüşe bağlı kamu bütçesine yük binmesi,
– Artan emeklilik ve sağlık hizmetleri gibi sosyal güvenlik harcamalarının mali sürdürülebilirliği tehdit etmesi,
– Artan emeklilik maaşı taleplerinin, emeklilik fonları üzerinde baskı oluşturması ve fonların sürdürülebilirliğini tehlikeye düşmesi,
– Emekli nüfusun tasarruf eğiliminin azalmasına bağlı olarak yatırımların azalması,
– Artan sosyal güvenlik harcamalarına ve azalan vergi gelirlerine bağlı olarak, devletin borçlanma ihtiyacının artması…
– Ülkenin kalkınma potansiyelinin ve rekabet gücünün azalması demektir.
Batılı gelişmiş ülkeler artış hızı azalan ve yaşlanan nüfuslarının sosyal ve ekonomik yapıları ve devlet bütçeleri üzerinde oluşturduğu yükü, ekonomilerinin verimlilikleri, ileri refah toplumu olmalarının sağladığı yüksek milli gelir ve geniş mali kaynaklarıyla aşabiliyorlar.
Oysa bizim açımızdan baktığımızda görünen durum, onlar kadar zengin olmadığımız ve hali hazırdaki negatif tablonun sürdürülemez olduğu gerçeğidir.
Sosyal güvenlik sisteminin hali hazırda bozulan aktüerya dengesi ve yetersiz finansal kaynakları, gelecekte çalışma çağındaki nüfusu azalırken yaşlı nüfusu artan bir Türkiye için daha da yetersiz hale gelecektir.
2022 sonunda her emekli başına düşen çalışan sayısı, 2.01 iken, EYT uygulamasının da etkisiyle 2023 yılında bu sayı tarihi dip seviyesi olan 1.67’ye düşmüştür. Nüfusun hızla yaşlanması olgusu ve kimsenin vazgeçmek istemediği erken emeklilik sistemi nedeniyle söz konusu katsayının 2050 yılında 1.5’in de çok altına düşeceği tahmin edilmekte ve sonuçta ülkenin mali kaynaklarının bu yükü kaldıramayacağı açıkça görülmektedir.
Özetle;
Doğurganlık oranındaki düşüşün durdurulamaması sonucu nüfusun azalması, toplum ve ekonomi üzerinde kaldırılamayacak bir yük oluşturur. Bu da ülkemiz açısından karanlık bir geleceğe işaret etmektedir
Artık bu konuda;
– Devlet yaygın bilinçlendirme ve teşvik politikalarını devreye sokarak bu olumsuz gidişi durdurmak üzere gerekli önlemleri almalı,
– Tüm toplum kesimleri ve bireyler, üzerlerine düşeni vakit geçirmeden ve ciddiyetle yerine getirmelidir.(İndigo)