Bir Çocuk Gibi Düşünün
Bir kız çocuğu ile bir yetişkin adamın konuşması şöyledir:
Adam der ki “İnanmam için görmem lazım.”
Çocuk der ki “Görmen için inanman lazım.”
Şüpheleri, ikilemleri ve niyetlerimizi ortadan kaldırdıktan sonra öz benliğimize kavuşur; bir çocuk gibi düşünmeye başlarız. Öz her yaratılmış için orijinal tasarım olarak bilinir. Bunu yaratılışımız, doğamız veya eğilimimiz olarak da adlandırabiliriz. Bu nedenle çok özeldirler.
Çocuklar, ilk defa üç yaş civarında yoğun bir itiraz dönemine girer ve hemen her şeye “hayır” der: Artık kendi kişiliği vardır. Bu günler ebeveynler için zorlu dönemlerdir. Bu zorlu evre hızlı bir şekilde geçer. Beyin, uyumlanmanın uyumsuzluktan daha güçlü bir silah olduğunu fark eder ve algıyı bu yönde yönetmeye, bir başka deyişle nabza göre şerbet vermeye başlar. İşte bu da çocukluğun bir anlamda bittiği andır. İletişimin en saf hali, yaşam oyununun bencil stratejileri arasında yitirilir. İnsan tam da bu nedenle çocukluk arkadaşlarına özlem duyar sonraları. Burada esas özlem duyulan insanın kendi saf kimliğidir.
Çocuklardan nasihat almak bizi rahatlatabilir ve dünyaya yeni bir gözle bakmamıza yardımcı olabilir. Yetişkinler bir çocuk gibi hür düşünmeye başladıklarında; olayları, sorunları başka insanları tamamen farklı bir bakış açısıyla görmeye başlarlar.
Çocukların samimi bir kalpleri vardır, hayatlarını kaygısız hissederek geçirirler. Başlarına iyi bir şey geldiğinde, iyi insanlar olduklarına ve iyi hissi kucakladıklarına inanırlar; oysa yetişkinler olaylara olumsuz bakarlar. Sonuç ve sebep arasındaki ilişkiyi inceler ve olumlu bir şeyin gelecekteki kötü bir şeyi dengelemek için yardımcı olmasını beklerler.
Yaş aldıkça, belirli davranışlar doğal olarak azalır. Hepimiz başparmak emme ve yatak ıslatma günlerimizin geride kalmasına sevinirken, sınırsız hayal gücü ve kendiliğinden olma gibi olumlu özellikler de azalır. Zamanla kaybettiğimiz diğer önemli bir özelliğimiz de yeni şeyler öğrenme yeteneğimizdir. Yüce Allah, çocukları son derece iyi öğrenenler olarak tasarlamıştır. Çocuklar, etraflarındaki dünyada ilginç ve önemli olan her şeyi çabuk öğrenirler. Bu süreç onlar için bazen çok kolayken bazen çok çaba sarf etmelerini gerektirebilir. Beyinleri çok esnektir, bu yüzden yeni kanıtlara dayanarak düşüncelerini hızlı ve kolayca değiştirebilirler.
Çocuklar bir yanılsamanın iki tarafını kolayca görebilirken, yetişkinler genellikle birini veya hiçbirini görmez. Nadiren iki tarafını görebilirler. Bir fikri beynimize iyice yerleştirdiğimizde, aksini görmek ve kabul etmek zordur.
Bu iki algılama biçimi, bilgisayar bilimindeki bazı uzmanlar tarafından “araştıran sistem” ve “sömüren sistem” arasındaki fark olarak tanımlanıyor. Sömüren bir sistem, “Sadece hedeflerinizle en ilgili olan şeylere odaklanın,” derken; araştıran bir sistem ise “Dışarı çıkıp her türlü gizil olan faydalı bilgiyi keşfetmeye çalışın.” der.
Çocuklar; kimlikleri, zamanı ve mekânı aşan derin birliktelikler kurabilirler çünkü farkların olmadığı bir boyuttan henüz gelmişlerdir. Herkesle hâldeş oldukları, hatıraları hâlâ tazedir. Bu mertebede, sevgiye dayalı, zanna, sanıya veya hayal gücüne yer bırakmayan bir dostluk söz konusudur.
Yetişkinler olarak bir kişiye, bir fikre veya bir ürüne bakarken kim olduğumuzu şekillendiren görüşlerimiz olduğunu göz ardı etmeyelim. Dolayısıyla tüm bu önyargılardan sıyrılmalı ve olayları olduğu gibi belki de gerçekte oldukları gibi görmeye çalışmalıyız.
Çocukluğun bu olumlu özelliklerini geri kazanmak, bunları yaşla edinilen bilgeliği ve deneyimi artırmak için kullanmak asla geç değildir.
Örneğin, oyun, öğrenmenin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanların daha sonra ihtiyaç duyabilecekleri becerileri pratik etmelerine olanak tanır. Ancak oyun bu tür yaşam becerilerinin ötesine geçer. Oynadığımızda, yöneltmeye ve olayların sonucunu kontrol etme konusunda pratik kazanırız. Ayrıca eski problemler için yeni çözümler geliştirir ve deneyimlerimiz için yeni sonlar yaratırız. Ayrıca, oyunun stresi azalttığı, enerji seviyelerini yükselttiği, insanların bakış açısını aydınlattığı, iyimserliği artırdığı ve yaratıcılığı beslediği tespit edilmiştir.
Ayrıca yeni yerlere seyahat etmenin ve yabancı kültürleri keşfetmenin zihinde harikalar yarattığını unutmayalım. Birçok önyargımız değişiyor çünkü birçok yeni deneyime açık oluyoruz. Fikirlerimizi ortaya koymaya hazırlanırken, kendimize kısıtlamalar koymamamız önemlidir. Dikkate alınması önemli olsa da zaman, para gibi faktörler özgür düşünmemizi engellememelidir. Kendimize tamamen özgür düşünme izni vermeliyiz.
Elbette, bir çocuk gibi düşünmeyi öğrenmemizin en kolay yollarından biri bir çocukla vakit geçirmektir. Günde sadece bir saatimizi bir çocukla yürüyüşe çıkmaya veya bir çocukla oynamaya ayırmak, zihnimizi çocuk olmanın nasıl bir şey olduğuna açmanın en iyi yollarından biri olabilir.
İnanmalı, meraklı olmalı ve herkesi gözlemlemeliyiz. Gerçekçi olmalı, hizmet etmeliyiz, alçakgönüllü davranmalıyız. Egomuzu kontrol altında tutmalı, güven oluşturmak için tutarlı ve net olmalıyız. Tepki vermekten kaçınmalıyız.
Gören gözlerinizin, duyan kulaklarınızın ve yürüyen bacaklarınızın olması gerçeğini kutlamamız gerekebilir. Ancak zaman geçtikçe, şükrettiğimiz şeyler değişecektir. Bu noktada, odağımız maddi şeylerden uzaklaşıp iyilik eylemlerine doğru yöneldiğinde, kalbimiz açık olacak ve titreşim seviyemiz hayatımızda gerçekten istediğimiz şeyleri çekmek için daha yüksek olacaktır.
Çocuk olmak özünde yaşla değil ruhla ilgili bir meseledir. Küçük şeylerden zevk almak ve hemen hemen her şeyden mutlu olmak, çocuk kalmanın bir yoludur. “Özünde çocuk olmak” kavramını olgun olmamakla karıştırmamalıyız. Yetişkin olarak daha olgun ve sorumlu bireyler olmayı öğreniriz. İronik bir şekilde, olgunluğun en büyük işaretlerinden biri, özünde çocuk kalmayı seçmek olabilir.(İndigo)