Akışa mı bırakmak, hedefine mi koşmak?
Ben çok okuyup araştıran bir kişiyim. Kitaplar, dergiler ve makalelerde sıklıkla başarılı kişilerin önce bir isteklerinin olduğunu sonra bu isteklerini gerçekleştirmek için içlerinde duydukları motivasyon ile stratejiler geliştirdiklerini okurum. Televizyon programlarında yer alan ünlüler ile röportajlarda sıklıkla o kişiler olmak istedikleri kişi olmak için ya da gelmek istedikleri noktaya gelebilmek için hedef belirlediklerini, bu hedefe ulaşmak içinde adım adım uyguladıkları planlarının olduğundan bahsederler. Necip Fazıl “Devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak lazım.” der.
TedX konuşmalarını çoğunuz bilirsiniz, birçoğunu seyretmişliğim vardır, hepsinin ortak noktası önce hayal ettiklerini sonrasında da amaçlarına ulaşmak için çok çalıştıklarını, program yaptıklarını bu programa bağlı kaldıklarını anlatırlar.
Batı dünyasında kişisel gelişim kitapları en çok satın alınan kitaplardandır. Kitapçıya gitmeye gerek kalmadan, eğer almak isterseniz, marketlerde dahi dergilerin yanı başında uygun bir fiyata satın alınabilir. Bu kitapların hepsi de bir fikir, amaç, hedef, plan, program ve çok çalışmaktan bahseder. ‘Hayat ne kadar zor görünse de başarılı olacağınız bir şeyler vardır.’ gibi çok klişe cümleler görürsünüz orada. Amaç okuyanları motive edip, harekete geçirmektir. Peki tamam o zaman…
Örneğin bir iş kurmak ile ilgili birçok konuyu araştırdık, bağlantıları kurduk, sermayeyi hazırladık, şirketi açtık ve ardından pandemi geldi, şirket doğduğu hafta kapandı. Okuduğumuz, seyrettiğimiz tüm videolardaki kliplerdeki gibi davrandık, adım adım ilerledik, stratejimizi oluştururken her detayı değerlendirdik, uzmanlara danıştık, çevremizin maddi ve manevi desteğini aldık, lojistik olarak şirketi iyi yere açtık, ardından reklamını çok güzel yaptık. Tüm medyayı nasıl kullanacağımızı keşfettik ama yok yok, olmuyor ve olamadı. Bizim yüzümüzden değil, dış faktörlerden dolayı. Ne yapacağız bu belirsizlikte yelkenleri suya indirip, tekrar rüzgarın çıkmasını bekleyelim mi? Kapatalım mı şirketimizi? Emeğimizi ve çabamızı sıfırlayalım mı?
İşte tam burada, bazı şeyler tüm çabalamalara rağmen olmuyorsa, işte o zaman mantık devreden çıkar ve “Olmuyorsa vardır bir hayır” denmeye başlanır. “Zamanı gelmemiştir“, “Güçlü istememişsin demek ki” ler araya girer, hatta olmuyorsa “Olmaması hayırlıymış” bile denilir. İyi de bunca emek, çaba, motivasyon ne olacak? Yaşadığımız hayal kırıklığı nasıl giderilecek? Bu hayal kırıklığını aşabilecek miyiz peki?
Yolumuz şimdi ne olmalı?
Çabaya, uğraşmaya akıntıya karşı kürek çekmeye devam mı edelim? Yoksa akıntının bizi sürüklemesine izin mi verelim?
Doğu felsefesi ve mistik bakış açısı, akışın önünden çekil, müdahale etme, hatta “bırak kendini akıntıya” der. Akışla birlikte hareket etmenin, doğanın ritmine kulak vermenin, sürekli devinimde olmak yerine, arada devinim ve değişimi sadece gözlemlemenin faydalarından bahseder.
Derki ‘Değişim esas ve kaçınılmazdır, bunu önlemek ya da önünde durmak, sana doğru gelen sel sularının önünde dikilmek gibidir.’ Bu durumda, olması gereken olur, buna senin müdahale etmen, olması gerekene inancının eksik olduğunun göstergesidir. Hatta şöyle örnek bir örnek verilir, bir ağacın meyvesini yemek istiyorsan, baharın gelmesini beklemelisin.
Ne Doğu ne Batı, yaşasın Anadolu
Bizim gibi doğu ve batı arasında yer alan bir kültürde yetişen kişiler için bu durum şöyle çalışıyor, “Olursa olur, olmazsa rakı içeriz Sebastian.” Aslını burada paylaşmadığım bir Yozgat deyişinin farklı bir versiyonunda paylaştığım gibi, biz kılıfına göre bir şekilde uydururuz. Bizim için tek doğru yok, doğrular ve bakış açıları var. Hal böyle olunca da çabuk sıyrılırız, hayal kırıklığından; bel bağlayacak bir nokta buluruz
(İNDİGO) Yazar: Funda Umut Pakkal